KACAK HAYATLAR

KACAK HAYATLARIN HAZIN HIKAYESi

Kaçak doğar. Kaçak büyür. Ve kaçak ölürler. Yıllarını yollara, ömürlerini yıllara ve yollara verirler. Tek bir şey için: evlerine bir lokma ekmek götürmek… Çocuklarına yeni bir pabuç almak. Okula gitmeleri için kalem ve defter almak. Birde silgileri olsun ister çocuklar. Ve önlükleri… Yani okul üniformaları… Ama onlar kapıdan çıkarlarken de, girerlerken de çocuklarının korkulu bakışları altında olurlar. Çünkü gidip gelmemek, gelip de görmemek var onların hayatında. Bu kaçak doğan, kaçak büyüyen, kaçak yaşayan, kaçak ekmek kazanan, kaçak yollardan geçen, sınırları tanımayan, kimliği kaçak, sevgisi ve aşkları bile kaçak olan ve kaçakça ölen Kürtlerin hikayesidir. Onların ve kendilerinden sonraki çocuklarının hazin mi hazin öyküsüdür. İşin en hazin yönü ise kendi ülkelerinde böyle yaşıyor olmalarıdır. Sınır boylarında sürüp giden bir hayat ve hayatlar mevsiminden geçip gidenlerin öyküsüdür bu. Bu sadece kendilerinin değil, kendilerinden önce yaşayan babalarının, dedelerinin ve kendilerinden sonra doğacak çocuklarının da hazin öyküsüdür. Yaşamları birkaç yıl önce biraz daha kolaydı. En azından ölüm birkaç yıl öncesine kadar onları belki biraz daha geç bulabilirdi. Son dört yıl içinde hayatları biraz daha zorlaştı. Çünkü İran PJAK gerillalarını da bahane ederek sınır boyunca olan karakollarına onlarca yenisini ekledi. Buda onların yollarının kapanması, yollarına atılan pusuların artması ve ölümün bir an önce gelip bulması demektir. YOLLARI

EVDEN KAÇAĞA, KAÇAKTAN MEZARA KADAR GİDER

Kaçakçılık yapanlar için zaman yoktur. Saatler onlar için çalışmıyor. Ne zaman yola çıkacaklar, hangi yollardan geçecekleri, hangi pusuları atlatmaları gerektiği hiç belli değildir. Bildikleri tek bir şey var: oda kaçak oldukları, üç beş kuruş kazanmak için başkalarına ait malları üç beş kuruş kazanmak için taşımları gerektiğidir. Mal sahipleri yada aracıları bir akşam üstü, yada gecenin herhangi bir saatinde ve sabahın erken saatlerinde kapılarını tıklayarak işe gitmeye hazır mısınız diye sorarlar. Onlar ise çoktan hazır olduklarını, ne zaman yola çıkmaları gerektiğini, hangi sınırları geçmeleri gerektiğini, getirecekleri malların ne olduğunu, kimlerin onlara malı teslim edeceklerini ve malları getirip nereye bırakacaklarını sorarlar. Ve başlarlar yola çıkış hazırlıklarına. Atla gidecek olanları atlarını hazırlar, araba ile gidecekler arabalarını, sırt taşıyıcıları ise çoktan hazırdırlar. Önce atlarını eyerler, arabalarına benzin koyar, kar kış günüyse yolda üşümemek için kalın giyinir, yaya gidenler yanlarına birde asa alarak yola çıkar. Sınırlar boyu kaçak malların taşıyıcıları kaçak insanları hazırlıkları bunlar bitmez. Bu hazırlıkların yanı sıra bu kez sıra bu kez yol azıkları için bir şeyler aranırlar. Kimisi evde akşamdan yapılmış pilavdan, kimisi sarmadan, kimisi biraz peynir birkaç ekmek yanına alır. Bu şekilde hazırlıklarını tamamladıktan sora artık yolların hakim onlar olmaya başlar. Uzun yılların kaçakçıları olarak yollar onları, onlar yolları iyi tanırlar. Kendilerinden önce o yollardan geçenleri ve kendilerinden sonrada gelip geçecek olanları bilirler. Bu hazırlıklardan sonra yollar yine onlara ve kaçaklıklarına kalır. Çıkacağı yolları iyi tanırlar. Ve o yollarda onların bekleyenlerin neler olduğunu da iyi bilirler. O yüzden her yola çıkışlarında eş, dost, çocuk, ana, baba ve yakınlarıyla vedalaşarak çıkarlar. Ne kar, ne kış, ne yağmur, ne pusu onları durdurabilir. Onları durdurabilen bir şey var: oda ölümdür. Ölüm dışında hiçbir şey onları yollarından etmez. Çünkü çocukları evde pabuç, şeker, defter kalem bekler, aileleri ise ekmek ve aş bekler. O yüzden bu yollarda olmaktan başka çareleri yok. Onlar için yollara çıkmanın zamanı yoktur. Çünkü yollara çıkmanın zamanını da onlar değil, kaçak malların sahipleri ile alıcıları belirler. Ne zaman mal varsa ve alıcı ne zaman mal isterse o zaman çıkarlar yola. Ya bir gece vakti, ya bir akşamüstü, ya bir tan atışında yola çıkmaları için kapıları çalınır. Onlarda evden artık neleri varsa yemek ve katık olarak alıp yola çıkarlar. Yolları iki yer dışında bir yere gitmez. Evlerinden kaçağa, kaçaktan ya tekrar geri evlerine döner yada bir pusuya düşmeleri durumunda vurulup mezara kadar gider. Yada bir kar fırtınası alıp götürür onları.

KAR YOLLARI TUTSA DA…
 
Kaçakçılar için mevsim önemli değil. İlkbahar yaz, sonbahar kış olsa da mevsim onlar için fark etmez. Çünkü onların bildiği bir tek şey var oda gitmesi gereken kaçak yolları olduğudur. Kaçak yollardan kaçak malları kaçakça geçirip çocuklarına bir lokma ekmek götürmeye çalışmaktır bütün çabaları. İlkbaharın karanlık gecelerindeki sağanak yağmurları, soğuk karlı kış gecelerinin karları altında da yaptıkları ve yapacakları tek bir şey var oda yol almak. Kar mı yolları tutmuş hiç önemli değil, bu durumda atlarının iş yapmaması demektir. O zaman atlarının yerine yüklerine sırtlarıyla taşımaya başlarlar. Zaten bazıları için kar olsa da olmasa da onlar yüklerini sadece sırtlarıyla taşırılar. Çünkü atları ya vurulmuş, ya yakalanıp İran devleti tarafından pazarda satışa sunulmuş ya da yoksulluklarından hiç atları olmamıştır. Hazırlıklarını tamamlayan kaçakçılar ya gecenin bir vaktinde ya da bir sabah vakti çıkarlar yola. Yaptıkları kaçakçılık türüne göre yolları değişir. Arabayla yapanların yolları ayrı, atlarla yapanları yolları ayrı, sırtla yapanların yolları apayrı. Ancak hepsinin yolların ortak bir amacı, ortak bir noktaları var. Amaçları geçimlerini sağlamaktır. Evde ekmek, giysi, ayakkabı, okul defter ve kalemi bekleyen çocuklarının içine birkaç kuruş parayla gitmektir. Yollarının buluştukları yer ise ortak bir kaderdir. Hepsinin yollarının kesiştiği bir başka nokta ise kaçak olmasıdır. Kaçak yolların kaçak insanları olarak kaçak malları taşıyarak yaşamaktır onların hikayesinin başlangıcı da sonu da. Yol boyunca hiç konuşmadan yürürler. Bu yürüyüşleri kaçak malları aldıkları yere kadar gelir. Oradaki birkaç saatlik dinlenmeden sonra yüklerini sırtlayıp, ya da atlarına yükleyip veya arabalarına alıp geri dönmektir.

“NE ARABAM VAR NE DE ATIM”

Sırtla yük taşıyıp birkaç kuruş kazanmaya çalışan binlerce Kürt’ten biri de 39 yaşındaki Piranşehir’li Rahim İsmail’dir. Rahim İsmail 39 yaşında ancak onu görenler elli ya da altmış yaşında olduğunu sanır. Çünkü tam yirmi yıldır sırtında yük sınırları geçmeyi çalışmış. Gece gündüz, kar kış, yağmur çamur demeden yirmi yıl boyunca o sınırlarda bir lokma ekmek için yük taşımak Rahim İsmail’i yaşından yirmi yıl daha fazla gösteremeye yetmişte artmış durumda. Beli bükülmüş, saçları ağarmış Rahim bu işi sırf iki çocuğuna yapmak için belirterek şöyle konuşuyor, “Kaçakçılığı atla yapmak ayrı, arabayla yapmak ayrı, sırtla yapmak ise apayrı bir şeydir. Çünkü yükü yük araçları yerine sırtınla taşıyorsun. Ben de atla yada arabayla yapmak isterdim. Ama ne arabam nede atım var. Bunlar olmayınca iş başa düşer. Yani atın yerini de arabanın yerini de sırtım almak zorunda kalıyor. Hayatımız bu yollarda geçiyor. Gecelerimiz, gündüzlerimiz bu yollarda geçiyor. Aylarımızı, yıllarımız bu yollarda geçiyor. O yüzden bazen iki üç ayda bir ancak evimize uğrayabiliyoruz. Çocuklarımızı ancak o zaman bir yada iki geceliğine görebiliyoruz. O bir iki gecelik görüşmeden sonra yeniden yollara dönüyoruz. Yani kaçağa ve kaçak yollara. Birde her an her yerden çıkabilen ölüme dönebiliyoruz. Böyle bir hayattır sürüyor. Ama her şeyi sırf çocuklarımız için yapıyoruz. Başka hiçbir şey için yapmıyoruz.”
 
KAÇAKÇILIĞIN YAŞI YOKTUR

Kaçakçılığın, kaçaklığın, kaçakçılık yapmanın yaşı yoktur. Kimliği ve bazen de mezarları bile yoktur. Çünkü hangisinin ne zaman ve nerede vurulduğu bilinmez. Ne zaman ve nerede vurulduğu öğrenilene kadar çoktan bedeni yabani hayvanlar tarafından bitirilmiş olur. Sekiz yaşından 80 yaşına kadarki insanlar, yaşadıkları ekonomik sıkıntı, devlet baskısı ve çektikleri açlıktan dolayı yaptıkları bir iştir. O yüzden kaçakçılarda bu iş atadan babaya babadan oğula geçen bir miras olur. Çünkü şu ana kadar iktidara gelen hiçbir güç onların da insan gibi yaşaması gerektiği, onların da çocuklarına, ailelerine bakmak için ekmek kazanmalarının en doğal hakları olduğunu kabul edip onlara bir iş alanı açmış değildir. Yaşı ne olursa olsun ağzı açılan her kaçakçı bu işi sırf ekmeklerini kazanmak için yaptıklarını söyler. Ardından hiçbir insanın bile bile ölüme gitmek istemediği bir doğru olarak kabul edilirse önümüzde duran ölümü görmemize rağmen aç kalmasak, çocuklarımıza ekmek götürmek için olmasa nasıl o ölüme doğru gideriz diye bir de soru sorarlar herkese. Bu soru tüm insanların cevaplamasını isteyen 50 yaşında ve 20 yıldır aralıksız bir şekilde kaçakçılık yapan Şino’li Osman Mamal şunları söylüyor, “50 yaşındayım ve 20 yıldır aralıksız bir şekilde bu sınırlardan gidip geliyorum. Ben bu işe biraz geç başladım. Çünkü daha önce Peşmergelik yapıyordum. O zaman peşmergelikte bir iş olduğu için bir işim vardı o yüzden de o zamanlar kaçakçılık yapmıyordum. Ama bu işi 8 yaşından itibaren yapmaya başlayanlar var. Bu yollardan babası, dedesiyle gidip gelerek öğrenen yüzlerce insan var. Belki şimdi bizim geldiğimiz bu hatta şu an yaşı öyle küçük olanlar gelip gitmiyor. Ama şu an bile Zelê hattından kaçakçılık yapan yaşları 9 ile 13 arasında değişen yüzlerce çocuk var. Bu çocukların bir kısmının babaları vurulduğu için ev geçindirme yükü onların omuzlarına yüklendiği için yapıyorlar. Oysa akranları daha kaçakçılığın oyunun bile bilmiyorlar. Okullarına gidip geliyorlar. Ama onlar geceler boyu kaçakça ve önlerine nereden çıkabileceği ölümü düşünmeden sınırlardan kaçak mallarla geçiyorlar. Yazık değil mi bu çocuklara, yazık değil mi bu insanlara. Neden Kürtlere bu reva görülüyor diye soruyoruz bir yandan öte yandan hem kendimize, hem sistemlere sitem edip duruyoruz. Ama sadece sitem edebiliyoruz. Yani sitem etmek elimizde kalmış. Başka da elimizden bir şey gelmiyor.” Osman Mamal şu an Doğu ve Güney Kürdistan sınırlarında kaçakçılık yapan bir hayatı sürdüren Kürt çocuklarına dikkat çekerken, sınırlarda koyun koyuna yaşayarak büyüyen bir neslin yetiştiğini düşünmekten alamıyor kendini insan. Ve belki onlarda tıpkı babalarından öğrendiği gibi onlarda çocuklarına koyun koyuna büyümeyi öğretecekler…
 
ÜÇ GÜN ÜÇ GECE AT SIRTINDA…
 
Doğu, Güney ve Kuzey sınırları boyunca birçok noktadan kaçakçılık yapılıyor. Ancak kaçağa gelip giden sadece sınır bölgelerinde yaşayan Kürtler değildir. Sınırlardan çok uzak iç bölgelerde yaşayan Kürtlerden de yaşamlarını kaçakçılıkla sürdürenler var. Ki bunların sayıları sınır bölgelerinde yaşayanlar kadar çok olmasa da azımsanmayacak bir düzeydedir. Doğu Kürdistan’ın iç bölgelerinde olan Mahabad’dan da Güney sınırına kaçakçılık için gelip giden çok sayıda Kürt var. Bunların yol hikayeleri ise daha başka oluyor. Çünkü Mahabad’dan Güney sınırına at sırtında ancak üç gün üç gecede gelinebiliyor. Üç gün üç gece boyunca İran KDP’sinin merkezi olan Mahabad’dan Haci Umran sınırına kaçakçılık için gelen Kürtlerin de kaçakçılık yapmalarının temel nedeni yoksulluk olsa da onun dışında da bazı nedenleri olduğunu belirtiyorlar. Üç gün üç gece boyunca at sırtında kaçak mal almak için Mahabad’dan Haci Umran sınırına gelen Kervanbaşı Halit Bağabani yoksulluk dışındaki nedenlerini şu şekilde açıklayarak çok daha önemli bir noktaya dikkat çekiyor:“47 Yaşındayım, 7 çocuk babasıyım. Ben daha önce İran KDP’sinin etkili bir peşmergesiydi. Hareketimiz tasfiye edildi. Hareket tasfiye edildikten sonra bazı peşmergeler gidip devlete teslim oldular. Teslim olanların hepsi bu kez geriye kalan peşmergelerin de tasfiye edilmesi, hareketin kökten bitirilmesi için devlet adına çalışmaya başladılar. Bazıları YNK tarafından Güney Kürdistan’a götürüldüler. Biz bir kısımda ne devlete teslim olduk nede YNK denetimindeki Güney Kürdistan topraklarına gittik. Birkaç yıl kendi başımıza evlerimize yakın yerlerde dağlarda kaçak bir şekilde yaşamaya devam ettik. Zamanla cezalarımız zaman aşımından dolayı af edilince toplumun içine karışmaktan başka çare bulamadık. Ama bu kez geçim sorunu yaşamaya başladık. Cezalarımız af edilmiş olsa da hala devletin gözünde birer hainiz. O yüzden bize herhangi bir iş vermesi de söz konusu olamaz. Bırakalım bizleri normal Kürtler için bile açtıkları istihdam alanı yok. Geçim sıkıntılarımızı aşmak için bizde kaçakçılığa başladık. O gün bu gündür üç gün üç gece at sırtında yürüyerek bu sınırlara gelip gidiyoruz. Güney Kürdistan’a geçen peşmerge arkadaşlarımızda ki çoğu partimizin merkez üyeleriydi onlarda orada kaçakçılık yapmaya başladılar. Yani anlayacağınız biz bu doğudan onlar güneyden kaçakçılık yapmaya başladılar. Ülkenin kurtuluşu için verdiğimiz kavgadan ekmek kavgasını vermeye geçtik. İnsana acı veren de budur. Yani bir zamanlar peşmergelik yaptığın yerde kaçakçılık yapmaya başlamak kadar acı bir şey daha olmaması gerekir diye düşünüyorum.” Kaçak yolların, kaçak umutların, kaçak sevdaların, kaçak ülkenin, kaçak sevdaların, kaçak yüreklerinden ve eski bir KDP Peşmergesi olan Halit Bağabani kaçağa bir kervanbaşı olarak yirmi bir yaşındaki yeğenini de yanında getirir.

ESKİDEN PEŞMERGEYDİLER, GÜNÜMÜZDE KORUCU
 
Kervanbaşı ve Mahabad’dan üç gün üç gece at sırtında kaçağa gelen Halit Bağabani konuşmaları arasında çok önemli noktalara da dikkat çekiyordu. Bu önemli noktalardan biri peşmergelikten sonra koruculuğa başlayan eski peşmergelerdir. Bağabani koruculaşan peşmergelerin daha çok PJAK’ın İran’a karşı savaş açmasından sonra İran devleti tarafından aktifleştirildiğine de önemle dikkat çekiyor. Koruculaştırılan peşmergelerin İran da peşmergelikleri döneminde peşmergelikleriyle, koruculaştırıldığı dönemde de koruculuklarıyla ünlü kişiler olduğunu belirten Bağabani şunları söyledi, “Yıllarca bu dağlarda birlikte peşmergelik yaptığım bazı arkadaşlarım şimdi korucu olmuşlar. Gerçi zaten devlete teslim oldukları ilk gün böyle bir şey olacakları belliydi. Ama ben bu kadar da ileri gideceklerini düşünmüyordum. Çünkü korucu olanların hepsi şimdi korucu başı ve devletle birlikte Kürtleri öldürmeye çalışıyorlar. Bazıları birlikte peşmergelik yaptıklarımdır bazıları da yine peşmergedir ama birlikte kalmamışız. Devlete teslim olduktan sora korucu olan eski peşmergelerin başında Hasılê Şêd, Hüseyin Papir, Mamendê Sor, Ebu Sêzde gibileri geliyor. Bu Ebê Sêzde’nin hikayesi ise daha ayrı bir şeydir. Ebu Sêzde denmesinin nedeni, hareket tasfiye sürecine girdiğinde bu bir gece on üç peşmerge arkadaşını, arkadaşımızı öldürerek gidip devlete teslim oldu. O yüzden o günden bu yana adı Ebu Sêzde yani on üç babası olarak kaldı. Bunlar şimdi yanlarına çektikleri çok fazla adları bilinmeyen peşmergelerle PJAK’a karşı savaşıyorlar. Yine devletle birlikte geceleri bizi vurmak için pusu atıyorlar. İşte bu yüzden insan bazı nereden nereye diye bir soruyu kendine sormadan geçemiyor.”

“ESKİDEN BİZ DE SİLAHLIYDIK”
 
Dört yaşında sırtla yük taşıyarak kaçakçılığa başlayıp 15 yıldır aralıksız kaçaklık yapanlardan biri de yirmi dokuz yaşında evli iki çocuk babası Şino’lu Seyit Abdullah’tır. Seyit çocuk yaşta kaçaklığa başladı ancak şimdi kervanbaşıdır ve kervanı faz kalabalık olan kervanbaşlarından biridir. Zira Kervanında yetmiş at var. Kervanında onunla kaçağa gelip gidenlerden üçü de kardeşidir. Seyit Abdullah Kuzey Kürdistan’ın iç bölgelerinden günlerce at sırtında kaçakçılık için Doğu ve Güney Kürdistan’a gelip gittikleri günleri hatırladığını söylüyor. Kuzey’in iç bölgelerinden kaçakçılık için gelenlerin silahlı gruplar halinde gelip gittiklerini belirten Seyit Abdullah yakın bir döneme kadar kendilerinin de silahlı bir şekilde kaçakçılık yaptıklarını belirtiyor. Son yıllarda artık silahsız gelmemeye başladıklarını belirten Seyit Abdullah silahsız gidip gelmeye başlamalarının nedenlerini şu şekilde sıralıyor, “Eskiden tıpkı Kuzey Kürdistan’ın iç bölgelerinden silahlı bir şekilde gelip giden kaçakçılar gibi bizde silahlı bir şekilde kaçakçılık yapıyorduk. Daha beş yıl öncesine kadar da silahlı gelip gidiyorduk. Ama artık silahlı gelip gidemiyoruz. Çünkü devlet kendi adamlarını bizim içimize kadar sızdırdı. Öyle oldu ki şu an ben kardeşime bile güvenemiyorum. Silahlı gelmemiz durumunda onun bile biz daha sınırı geçmeden bizi yakalatabileceğini düşünüyorum. Yani İran devleti o denli bizim toplumla oynadı demek istiyorum. Bir ailede kardeşlerin bile artık birbirine güvenememesi o toplumun iliklerine kadar parçalanması demektir. Toplum olarak birbirine karşı güvensiz hale gelmesi demektir. Ne yazık ki İran devleti bu konuda Doğu halkımız açısından şu ana kadar büyük bir sonuçta elde etmiş itirafını yapmak zorundayım.” Seyit Abdullah silahsız gelemeye başlamalarından sonra yollarına atılan pusuların çoğaldığını, öldürülen arkadaşlarının sayısının da birkaç kat daha arttığına dikkat çekiyor. Zira silahlı geldikleri günlerde pusuya girmeleri durumunda çatışmaya girerek kendilerini koruduklarını o yüzden askerlerin üzerine gitmeye cesaret edemediğini belirtiyor.

KÜRTLERİN ACI KADERİ KAÇAK DOĞMAK, KAÇAK ÖLMEK…
 
Kaçak doğmak, kaçak yaşamak, kaçak ölmek, kaçak sevmek, kaçak yaşamak, kaçak yollardan yürümek ve kaçakça ekmek kazanmak Kürtlerin acılı kaderi olmuş durumda. Bu daha çok sınır boylarında yaşayan Kürtler için geçerli olan bir şeydir. Zira yaşadıkları süre boyunca ve yaşadıkları ülkede hep geçim sorunlarını yaşadıkları için bu kaçakçılık yapmaktan başka çareleri kalmıyor. Bu iş sadece kendileriyle sınırlı kalmıyor. Çünkü onlar dedelerinden babalarından devir aldılar ve kendilerinden sonra da çocuklarına devir edecekler. Kaçakçılığın atadan babadan devir alınan bir geçim kapısı olduğuna en iyi örnek 23 yaşındaki evli ve bir yıldır kaçakçılığa başlayan Rahman Kadiri verilebilir. Kadiri bir yıl önce evlenmiş ve bir tanede çocuğu olmuş. Altına girdiği bu yükümlülük onun geçim kaynağına da bir çözüm bulmasını gerekten bir yükümlülüktür aynı zamanda. Kadiri evlendikten sonra iki yıl boyunca aralıksız iş aramış. Herhangi bir iş bulamayınca boynunu eğip babasının atıyla bir yıldan beridir kaçağa gelip gitmeye başlamış. Kadirinin çocuğu şimdi bir yaşında. Başkalarına boyun eğip bir lokma ekmek kazanmaktansa bu sınırlarda ömrünü tüketerek çocuğuna helal mama içirmeye çalıştığını belirten Kadiri şunları söylüyor, “Yaptığım iş için kendimle gurur duyuyorum. Çünkü hiç kimsenin minnetiyle yaşamıyorum. Çocuğuma minnetin parasıyla mama almıyorum. Alnımın teri ve koltuğumdaki kefenimle gelip geçtiğim yollardan kazandığım parayla onu büyütmeye çalışıyorum. Bu güzel bir şeydir. Ama daha çocuğum beni tanıyacak yaşa gelmeden bir gün bir pusuda vurulabileceğimi düşününce kötü oluyorum. Daha beni tanıyacak yaşa gelmeden ona kaçakçılığı devir ederek göçüp gitmek korkutuyor beni. Tek korkum budur. Başka da bir şey düşünmüyorum.” Kadiri kaçakça yaşayan ve kaçakçılıkla kazandığı parayla büyütmeye çalıştığı çocuğuna iyi bir gelecek hazırlayamamasının yüreğindeki sıkıntısıyla konuşuyor. Kadiri’nin bu sözleri Kürtlerin acılı yazgılarının ifadesi oluyor. Ve gerçekten de belki bir gün çocuğu onu tanıyacak yaşa daha gelmeden o bir pusuda vurulup gidecek. Kim bilir vurulurken çocuğuna aldığı mama da yanında olacak. Ve oda bir kaçak mal olarak onu vuran devlet güçlerinin eline geçecek.
 
 
 




 










 






 

 

 
EW ROJ - 1 ziyaretçi (1 klik) WEDEBUN
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden